Ve olaylar öyle bir gelişir ki, ardı ardına
gelen olumsuzluklar bizi köşeye yapıştırıverir. Kendimizi kandırmamızın
geçerliği yoktur artık. Başkalarının karşısında haklı olmak adına verdiklerimiz
de çoktan tükenmiş, elde avuçta bir şey kalmamıştır. Belki de uzun süredir
kaybedenler kulübünün en gözde üyesi olmuşuzdur, belki farkında bile değilizdir
koskoca yalnızlığımızın.
Hiçbir ego bir arkadaş sıcaklığının ve bir dost
paylaşımının yerini tutamaz elbette. Kötü biri de değiliz aslında ve her
birimiz olağanüstü bir öz taşıyoruz. Hayır, elbette en kötü işlere bulaşmışlar
bile kötü insanlar değildir. Kendimizi sevmemek için hiçbir neden yok, yalnızca
eksiğimizi tamamlamak adına egomuzun yamulttuğu görüntülere takılıp gidiyoruz o
kadar. Zeminde gezinmek, onunla bununla eğlenmek hoşumuza gidiyor. Yatayın boş
sonsuzluğuna ömrümüz yetmeyince de bunalıyoruz.
Koskoca evren bilmecesinin çok parçalı yapboz
bölümünde en ufak parçacıklardan biriyiz. Yanlış yerlere sokulmayı ya da
yapbozun bir kıyısında savrulmayı iyi başarıyoruz. Kimi zaman egomuzun gazıyla
öyle bir şişiyor, öyle bir büyükleniyoruz ki olmayacak yerlerde gezinip
kendimizi yoruyoruz. Artık doğru soruları sormanın zamanı geldi.
Doğru sorular kendini bilme ve psikolojik
yaşamımızla ilgilidir. İnsan bedeninin duygu, düşünce ve hareket merkezli
olduğunu fark etmeliyiz. Duyguların, geçmiş deneyimlerimizin genetik ve ruhsal
yolla aktarılan kişilikler olduğunu, onların hepsinin birer davranış kalıbı
olarak psikolojimize yansıdığını bilmeliyiz. Sonra yapacağımız ilk iş onları
yakalayan gözetmen bir ben oluşturmaktır. Onları fark ettiğimizde onlarla
gitmezsek, durursak oyuna da gelmeyiz.
İçimizde kimler yok ki! Tilkiler, panterler,
yılanlar, tavşanlar… Kolay gelsin. Onları fark ettikçe, kendinizi durdurdukça
yaşamınız değişmeye başlayacak. İlişkilerinizin niteliğini arttırdıkça
kendinizi daha çok bileceksiniz.
Doğru soruların bir bölümü de döngülerinizle
ilgili. Yaşamınızda yinelenen sıkıcı durumlar, başarısızlıklar, kayıplar var
mı, bunlar daha ne kadar sürecek? Belli durumlarda vermeniz gereken karşılıklar
vardır. O yanıtları tam olarak vermedikçe döngü sürüp gider. Örneğin insanlara
“hayır” diyemiyorsunuz ve istemediğiniz işler başınıza geliyor. Hayır, demeyi
başarıncaya kadar o tatsız durumlar karşınıza çıkar. Eylemi gerçekleştirmek bir
hak ediş oluşturur ve dersi geçersiniz.
Bizi sıkıştıran, kilitleyen durumların ardında
çoğunlukla bir travma vardır. Travmaların en iyi çözümü ruhsal bir terapi
almaktır. Çağdaş tıbbın ilaçları belirtileri kapatsa da derinde yatan duygusal
sıkışmayı çözemez ya da olumlu düşünmeye çalışıp melek meditasyonları bizi
geçici olarak rahatlatsa da travmanın izini silemez. Bir regresyon terapisi en
derinlere inebilen en iyi yöntemlerden biridir.
Bağımlılıklarımız o gitmediğimiz psikologun ya
da meditasyonun açığını kapatmaya çalışır. Bu kaliteli kendini kandırmanın sonu
hastalıklardır. Kaba duygularımızın, benliklerimizin güttüğü biri olarak
varacağımız en son nokta doktor odasıdır. Hastalık bedenin son uyarısıdır.
İyileşmek için yaşam biçimimizi değiştirmek zorunludur. Hele yaşamak için bir
nedenimiz varsa…
Niye buradasınız, yaşam amacınız ne? Zor
sorulardan biri de budur. Yaşam amacınız çok önemli, kutsal bir şey de
olmayabilir. Belki çok basit bir şeydir. Kimisi insanlar arasında bağlantılar
kurmak için buradadır, kimisi yaratmak için. Kendiniz hakkında doğru bilgilere
ulaşmanın çeşitli yolları var. Sizi gözleyenlerin ortak olarak dillendirdikleri
özellikleriniz olabilir. Ya da sevgiyle yaptığınız bir iştir belki.
Haydi en zor soruları sormayı sürdürelim
kendimize! Neden komşularımızı kendimiz gibi sevemiyoruz? Asansörlerde
öğretilmiş bir kibarlıkla selam verip geçtiğimiz komşumuzun hasta olduğunu hiç
bilmeyiz. Çizdiğimiz sınırların bizi ne kadar çok şeyden ayırdığını bir bilsek
asla öyle davranmazdık oysa. Kendimizi ayırdıkça öteki denen kutbu oluştururuz.
Bu baskı doğurur, ayrılan çatışmayla yer bulmaya çalışır. Birlik duygusuyla
hareket edersek kutupları, çatışmaları durdururuz. Komşunun senin bir yansıman
olduğunu anlamalısın. O da sen de evren aşuresinin tanelerisiniz.
Karşınıza hangi nedenle olursa olsun çıkanlara,
“Size nasıl yardım edebilirim?” diye sormalısınız. Hem de her gün insanlarla
karşılaştığınız bir işte çalışıyorsanız. Sabırla bu tutumunuzu sürdürdükçe
gelenlerin daha sakin insanlar olmaya başladığınızı göreceksiniz. Onları sorun
olarak gördükçe sorunların içine düşeceğiniz kesindir. Seçim sizin ve denemek
bedava…
Bir yerlerde okumuşsunuzdur, kimi insanlar bir
aleti farklı iş için kullanır, pratik bir çözüm üretirler. Bulaşık makinesinde
turşu yapanlar, diş macunuyla çivi deliklerini kapatanlar gibi. Biz de bu dünya
için üretilmiş beden makinesinin ince bir özelliğinden yararlanarak daha ince
bir boyuta sıçramayı denemek durumundayız. Bütün bu soruları bunun için
sorarız. Bu ezoterik soruların amacı yükselmek, bir adım daha öteye gitmektir.
Neden sorular sorarız,
neden adam olmak isteriz, neden iyi biri olarak anılmak gerekir, neden ölürken
iyilik yaparlar, neden kötülük var, neden yalnızca dünyada gelişmiş bir yaşam
var, neden aklı başında insanlar öte alemlerden söz eder, neden arılar uçuyor, neden
kimi organik maddeler bilinç taşıyor, neden Amerika’da, Mısır’da, Hindistan’da
ermişler aynı deneyimleri yaşayıp aynı bilgileri söylüyorlar, neden Afrika’daki
Dogonlar çağdaş astronomların bilmediklerini biliyorlar, neden her şey
titreşimden oluşuyor, neden…