Alternatif bir yaşam biçimi düşüncesi içinde bilinmeyenler
taşıdığı için çekici geliyor. Ütopya insanlığın en eski serüvenlerindendir,
bilimle buluşunca bilimkurguya kadar uzanır. Masallar, destanlar ve dinsel
mitler açısından bakarsak bu kavramla uzak olan yerin mükemmel oluşu, cennet ya
da Yaradan’ın yakınlarında olmanın mükemmelliği anlatılır. Ütopyadaki
bilinmezliğin ardında yatan, çok uzak ve imkansız oluştur. O yüzden Türkçe
çevirisine “yokülke” önerilmiştir. Kısacası ütopyalar bu dünyada erişilmezdir,
tıpkı insan varlığının özüne dönmesi gibi. Demek ki dönüş için bilinen alemin
ötesini kurcalamak gerekiyor. Mesaj, sır, işaret budur. Maddesel bir mekan
olarak ütopya erişilmezdir, insanın içsel mekanda ütopya araması belki çok daha
gerçekçi, çok daha doğrudur. Zihin cehennemse imgelerin dili, sezginin bilgisi,
aşkın doyumu cennettir, ütopyadır. İçsel mekanlarımız cennet gibi olmadan
yeryüzü de aşkın yüzü olmayacak.
Bulunduğu yerden kaçıp gitmek sorunlardan kurtulma duygusu
vermiştir. Sorunların dışarıda olduğu yanılgısı sürdükçe insanoğlu hep oradan
oraya sürüklenecektir. İstanbul’da, evimize işimize yakınken yapamadıklarımızı
500 km ötede mi yapacağız? Bir araya gelebilenler bir mahalle ya da bir
apartman ile işe başlayamaz mı? Kendi ailelerimiz, arkadaşlarımız içinde ne
durumdayız? Bunca siyasi, dini bölünmüşlüğümüzle nereye kadar gidebiliriz? Silahla,
parayla değil, inanç ve emekle kurtarılmış bölgeler yaratmalıyız. Önemli olan
kargaşanın ortasında ayakta kalmaktır. Önemli olan kendi karanlığımızda ışığı
çoğaltmaktır. Zihnin, egonun cennetmiş gibi yapabilmenin her türlü oyununu bize
oynatacağını unutmamak gerekir. Kendimizi kandırmanın en entelektüel biçimi mi
aradığımız?
İnsanların yönetilmemesi, kendi kararlarını verebilmesi de bir
ütopyadır. Çünkü öngörüsü herkesin olgun oluşuna dayanır. Oysa her insanın
varlık düzeyi aynı değildir. Doğal farkların ortak yönetime katılması
kararların alınmasını zorlar. Farklı görüşü kabul etme, eleştirme, uygulama
olgunluğu gösterilmesi gerekir. Gruplaşmalar, dedikodular biçiminde ortaya
çıkan ego dürtülerinin yönetilmesi gerekir. Bilimin de felsefenin de yanlışı insanı uyanık, akıllı, olgun saymasıdır. Oysa insan egoların, benliklerin uykusundadır ve çoğu zaman bir makine gibi otomatik davranır.
Ortak akıl, bireysel egoları bir süre törpüleyebilir. Kalıcı
bir dönüşüm için ütopik çalışmalar marş motoru gibi harekete geçirici olabilir.
İnsanlar yaparken dönüşür. Belirgin bir hedef ve hedef doğrultusunda eğitimler,
pratikler gerekir. Karşılaşılabilecek içsel ve dışsal sorunları bilmek ve onlara
verilecek karşılıkları planlamak gerekir.
Proje dikkat ister. Somut bir proje yedi aşamada ilerler. Düşüncenin
ortaya konulması ve ilk toplantılar, hedefin belirlenmesi ilk iki aşamadır.
Üçüncü aşama zordur, ilk somut adımlar atılır; mekan alımı, öteki mali
ayrıntılar… Dört, beş ve yine zor olan altıncı aşama ve yedi tam işleyiş. Dördüncü
ve beşinci aşama uygulamalarla sürer. Zor bir aşama, yani altıncı; irade, çaba,
doğru bir müdahale ister. O format atılmadan sonuç ortaya çıkmaz, kalıcılık
yakalanmaz. Her şey yedi ivmeyle gerçekleşir, üçe ve altıya dikkat etmezsek yarım
kalır, tamamlanamaz.
Ben kendi içimde ütopik serüveni, yani eve dönüşü
seçenlerdenim. Mesafeleri içimde aşmaya çalışıyorum. İçsel dünyamda ego
dağlarıma tırmanıyor, onların görkemini sarsıyorum. Böylece çevremde, dış
gerçeklikte dönüşümler, güzellikler yaratmaya çalışıyorum. Güneşli bir Ege
köyünde değil, İstanbul’un kapalı, soğuk sokaklarındayım. Biliyorum ki içimde
başardığım küçük bir dönüşüm, dış dünyada beni çok ilerilere taşıyor. Kendimi
buldukça yaptıklarımı görüyor ve yapabileceklerimi biliyorum. Karanlık
yanlarımı fark edip kendimle yüzleşince her iki dünyada da büyüyorum. Aslında
bütün mesele, bedene çokça takılıp ruhumuzu kibarca dışlıyoruz ya, tam tersini
yapmak: Bedenli bir gündem yerine onu kibarca dışlayıp ama yok saymadan psikolojik bir çalışmaya, ruhumuza yer açmalıyız.