15 Temmuz 2015 Çarşamba

Dış ve İç Ütopyalarımız

Alternatif bir yaşam biçimi düşüncesi içinde bilinmeyenler taşıdığı için çekici geliyor. Ütopya insanlığın en eski serüvenlerindendir, bilimle buluşunca bilimkurguya kadar uzanır. Masallar, destanlar ve dinsel mitler açısından bakarsak bu kavramla uzak olan yerin mükemmel oluşu, cennet ya da Yaradan’ın yakınlarında olmanın mükemmelliği anlatılır. Ütopyadaki bilinmezliğin ardında yatan, çok uzak ve imkansız oluştur. O yüzden Türkçe çevirisine “yokülke” önerilmiştir. Kısacası ütopyalar bu dünyada erişilmezdir, tıpkı insan varlığının özüne dönmesi gibi. Demek ki dönüş için bilinen alemin ötesini kurcalamak gerekiyor. Mesaj, sır, işaret budur. Maddesel bir mekan olarak ütopya erişilmezdir, insanın içsel mekanda ütopya araması belki çok daha gerçekçi, çok daha doğrudur. Zihin cehennemse imgelerin dili, sezginin bilgisi, aşkın doyumu cennettir, ütopyadır. İçsel mekanlarımız cennet gibi olmadan yeryüzü de aşkın yüzü olmayacak.

Bulunduğu yerden kaçıp gitmek sorunlardan kurtulma duygusu vermiştir. Sorunların dışarıda olduğu yanılgısı sürdükçe insanoğlu hep oradan oraya sürüklenecektir. İstanbul’da, evimize işimize yakınken yapamadıklarımızı 500 km ötede mi yapacağız? Bir araya gelebilenler bir mahalle ya da bir apartman ile işe başlayamaz mı? Kendi ailelerimiz, arkadaşlarımız içinde ne durumdayız? Bunca siyasi, dini bölünmüşlüğümüzle nereye kadar gidebiliriz? Silahla, parayla değil, inanç ve emekle kurtarılmış bölgeler yaratmalıyız. Önemli olan kargaşanın ortasında ayakta kalmaktır. Önemli olan kendi karanlığımızda ışığı çoğaltmaktır. Zihnin, egonun cennetmiş gibi yapabilmenin her türlü oyununu bize oynatacağını unutmamak gerekir. Kendimizi kandırmanın en entelektüel biçimi mi aradığımız?

İnsanların yönetilmemesi, kendi kararlarını verebilmesi de bir ütopyadır. Çünkü öngörüsü herkesin olgun oluşuna dayanır. Oysa her insanın varlık düzeyi aynı değildir. Doğal farkların ortak yönetime katılması kararların alınmasını zorlar. Farklı görüşü kabul etme, eleştirme, uygulama olgunluğu gösterilmesi gerekir. Gruplaşmalar, dedikodular biçiminde ortaya çıkan ego dürtülerinin yönetilmesi gerekir. Bilimin de felsefenin de yanlışı insanı uyanık, akıllı, olgun saymasıdır. Oysa insan egoların, benliklerin uykusundadır ve çoğu zaman bir makine gibi otomatik davranır.

Ortak akıl, bireysel egoları bir süre törpüleyebilir. Kalıcı bir dönüşüm için ütopik çalışmalar marş motoru gibi harekete geçirici olabilir. İnsanlar yaparken dönüşür. Belirgin bir hedef ve hedef doğrultusunda eğitimler, pratikler gerekir. Karşılaşılabilecek içsel ve dışsal sorunları bilmek ve onlara verilecek karşılıkları planlamak gerekir.

Proje dikkat ister. Somut bir proje yedi aşamada ilerler. Düşüncenin ortaya konulması ve ilk toplantılar, hedefin belirlenmesi ilk iki aşamadır. Üçüncü aşama zordur, ilk somut adımlar atılır; mekan alımı, öteki mali ayrıntılar… Dört, beş ve yine zor olan altıncı aşama ve yedi tam işleyiş. Dördüncü ve beşinci aşama uygulamalarla sürer. Zor bir aşama, yani altıncı; irade, çaba, doğru bir müdahale ister. O format atılmadan sonuç ortaya çıkmaz, kalıcılık yakalanmaz. Her şey yedi ivmeyle gerçekleşir, üçe ve altıya dikkat etmezsek yarım kalır, tamamlanamaz.

Ben kendi içimde ütopik serüveni, yani eve dönüşü seçenlerdenim. Mesafeleri içimde aşmaya çalışıyorum. İçsel dünyamda ego dağlarıma tırmanıyor, onların görkemini sarsıyorum. Böylece çevremde, dış gerçeklikte dönüşümler, güzellikler yaratmaya çalışıyorum. Güneşli bir Ege köyünde değil, İstanbul’un kapalı, soğuk sokaklarındayım. Biliyorum ki içimde başardığım küçük bir dönüşüm, dış dünyada beni çok ilerilere taşıyor. Kendimi buldukça yaptıklarımı görüyor ve yapabileceklerimi biliyorum. Karanlık yanlarımı fark edip kendimle yüzleşince her iki dünyada da büyüyorum. Aslında bütün mesele, bedene çokça takılıp ruhumuzu kibarca dışlıyoruz ya, tam tersini yapmak: Bedenli bir gündem yerine onu kibarca dışlayıp ama yok saymadan psikolojik bir çalışmaya, ruhumuza yer açmalıyız.

2 Temmuz 2015 Perşembe

ŞİMDİ

İçimde kaybetmek, yokluk, kıtlık, ölüm gibi durumlara olan inancım bittiğinden beri ölümlere, acılara vurgu yapmayı bıraktım. Dışardaki rüzgarın kaynağını düşündüğümden beri tüküreceğim yönü çok iyi hesaplıyorum. Hava akımlarını oluşturan o büyük coğrafyaların, büyük ısı değişimlerinin farkına vardığımdan beri kelebeğin kanat çırpışının hangi kasırgaya ekleneceğini iyi biliyorum. Rüzgara tükürmenin bir duruş olmadığını çoktan anladım.

Acıların ne olduğunu kavradığımdan beri değersizlik duygumu da katlayıp bir kenara fırlattım. Değersizlik oyunuyla pas pas egomu doyurma serüvenim bitti. Acıyla geleni yeniden tanımladım, onu kendimden ayırdım, her acıyla geleni yeni bir anlama dönüştürmeyi öğrendim. Her gelen bir bilgiyle geliyordu, yeni bir seçimi getiriyordu, duygu cazgırını susturunca önüm temizlendi, kendim için doğru olanı görmeye başladım. Seçimlerimi beni oyalayacak, beni yoracak olandan ayırdım. Şimdi yolumdayım, hedeflerim var, şimdi akıştayım, hediyelerim var.

İNSANIN HARCI

Uzun yolu seçmek zorunda değiliz: dur, gözle, fark et, yüzleş ve dönüştür. İnsan durup kendini gözlemleyince yanlış yanlarını görür ve onlar...