Bireyleri ektiklerini biçenler ve koşullara direnenler
olarak ayırabiliriz. İyiler koşullara direnenler arasından çıkıyor daha çok. Kötülerdeki
direnç, dışa vuran şiddet gerçekte kendi içlerinden kaynaklanıyor, kendilerine
yönelik oluyor ve bu bir yansıtmadır. Ektiğini biçmek ya da “eden bulur” diye
anlatıla gelen durum büyük bir yasa. Gerçekten yaşamda da filmlerde de insanlar
yaptıklarının bedelini ödüyorlar. Baskıcı, feodal bir ailede direnen genç kız
bedelini yaşamıyla ödüyor. Ama az da olsa bir bölümü büyük kentlere gidip yeni
bir yaşam kurabiliyor. O azıcık bireyler, yaşamı kendilerine sunulduğu gibi
almıyor, direniyor ve değiştiriyor. Yaşamını değiştirirken kendi özünü de
geliştiriyor. Onlar yaşamın kendini gerçekleştirmek olduğunun farkındalar. Bizim
yazımızdaki bu iyi kimseler aileleri için kötüyü oynayanlar olduğundan kimi
zaman izleniyor ve yakalanıp öldürülüyorlar. İyi ya da kötü diye bir şeyin
olmadığını yaşam bize gösteriyor.
Gönül Yarası, başrollerinde Şener Şen, Meltem Cumbul ve
Timuçin Esen'in oynadığı, yönetmenliğini Yavuz Turgul'un yaptığı 2005 yapımı
sinema filmi. Şener Şen emekli olan bir öğretmen, sınıftaki konuşmasında
öğrencilere öğütler veriyor: “Koşullar ne olusa olsun mutlaka okula devam
edin.” diyor. “Gerekirse başkaldırın.”
diye ekliyor. İstanbul’da taksicilik yaparken tanıştığı pavyonda çalışan Melek
(Meltem Cumbul) yaşamını değiştiriyor.
Emekli öğretmen Nazım çocuklarıyla yüzleşiyor. Yaşamda olduğu gibi bu
gerçekçi filmde de iyi ile kötü birbirine karışıyor. İyi öğretmen Nazım’ın,
çocuklarının gözünde kötü bir baba olduğu ortaya çıkıyor. Yaşam bizi alıp uygun
yerlerde iyiliğin uygun yerlerde de kötülüğün kollarına bırakıyor. Olaylar
arasında savrulup gidiyoruz, durumdan duruma değişiyoruz. Bedenimiz olayların
içinde deviniyor, ruhumuz durumların içinde sıkışıp kalıyor.
Bedenimizin eylemleri ve bundan doğan sonuçlar karşısında
kendimize karşı bilinçli bir gözlemci olmadıkça savrulup gidiyoruz. Filmin
sonlarına doğru bir bankta Öğretmen Nazım ve Melek oturuyor. Nazım, yaşama direnmekten ve değiştirmekten söz açıyor: “Her
şey elimizdedir.” diyor. Melek, ağlayarak başına gelenleri sıralıyor: tecavüz,
namus cinayetine teşebbüs, evden kaçma, eşinden dayak… Ve ekliyor: “Her şey
elimde öyle mi?” Nazım susuyor, bir karşılık veremiyor. Daha sonra film
Melek’in acı sonuyla bitiyor. Nazım, Melek’e “Yaşam sana bu acılarla ne öğretti
bir bak!” demiyor, diyemiyor. Melek’in olumlu yanlarının altını çizip direnme
gücü aşılamıyor, ona alternatif işler önermiyor. Aslında buradan yepyeni filme
gidilir, kahramanın olaylara farklı bir tepkisini ince ince işleyen yepyeni bir
filme.
Bizler de kendi senaryomuzda hem iyi hem kötüyüz. Sürekli
bir şeyler kazanıyor ve kaybediyoruz. Kötü adam olduğumuz yerleri görmek istemiyor
ve yaşamın yanılsamasına bırakıveriyoruz kendimizi. Peki, iyiler de kötüler de
kazanmıyorsa kim kazanır o zaman? Yaşam
oyununda nasıl kazanılır? Tarihin o müthiş sorusuna geldik yine: Ne Yapmalı?
İlk önce sorunu yaratan düşüncelerle devam etmeyi
durdurmalıyız. İçimizdeki kendine acıyanları, çokbilmişleri, kendini haklı
çıkartanları ve benzerlerini dizginlemeliyiz. Özellikle de kötü sahnelerimize
bakıp derslerimizi çıkarmamız gerek. Bu gözlem işinde ustalaşıp sahnelerimizi
yaş(z)arken değişen tepkilerimizin yaşamımızı da istenen yönde değiştirdiğini
görürüz. Bu gerçek elimizde ve biz istersek olabilir. Ama iplerimiz içimizdeki
ötekilerdeyse drama geri döneriz. Yine o kalıp söz kulaklarımızda yankılanır:
Biz bu filmi izlemiştik zaten.
Cüneyt Gültakın