12 Nisan 2014 Cumartesi

GEMİLER VE İNSANOĞLUNUN YAZGISI


GEMİLER VE İNSANOĞLUNUN YAZGISI

Toprağın üzerine kurulan barınağın deniz üstüne yansımasıdır gemiler. Bir çadırdır, evdir. Deniz ana, zaten toprak ana gibidir; çocuklarını yaratır, besler ve büyütür.

Deniz ana toprak anadan daha zorludur ama, daha oynaktır, daha yoklayıcıdır, uyanıklık ve beceri ister insanoğlundan. Denizin üstünde kalmak çaba ister, direnç ister. Deniz ve gemi insanı eğitir, olgunlaştırır, yeni görevlere hazırlar. Büyük uygarlıklara baktığımızda ya bir deniz kıyısında ya büyük bir ırmağın ovasında kurulduğunu görürüz. İnsanların taşla ilişkisinin hemen yanında suyla, gemiyle olan ilişkisine tanık oluruz.

Gemileri yapmak da suda yürütmek de büyük beceri gerektirir. Gemi yapımı ve onun suda yürütülmesi insan zekâsını ve kas gücünü gerektirir. Bir kente yapılacak tapınağın getirdiği toplumsal ve bireysel hareketlilik neyse bir gemininki de odur. İnsanlar doğayla, kendi özüyle bir savaşıma girer, yorucu bir emek, zekâ etkinliğinden sonra ödülünü alır. Gerçek ödülse kendi varlığını geliştirmesi, içindeki güçleri dışarı çıkarıp somutlaştırmasıdır.    

İnsanoğlunun denizdeki evi olan gemiler insan için varlığını geliştirme, toplum için uygarlık sınavıdır. Kimi zaman toplumun geleceği anlamına gelir. Göç yolu kimi zaman engin denizlerdir. Buradaki serüvenler toprak üstündekiler gibi insan ruhunda köklü ve kalıcı izler bırakmıştır. Batan kıtalardan kaçan insanlar, Atlantis ve Mu insanları kendilerini okyanusun ortasında bulmuşlar, bu deneyimleri yaşamışlardı.

Nuh tufanı da insanın düşünce evreninde iz bırakan gemi hikâyelerinden biridir. İnsanlığın ve öteki canlıların sığınağı olan büyük bir gemi karşımıza çıkar. Nuh’un gemisi kadim uygarlıklardan bugünkü insanlığa gönderilmiş bir mektuptur. Bu eski hikâye ile gelen sembolleri çözmeli, dersimizi almalıyız.

Tanrı, Nuh'a bir gemi yapmasını, yaşayan bütün hayvanlardan birer (ve bazılarından yedişer) çift almasını emreder:

“Kendine gofer ağacından bir gemi yap. İçini dışını ziftle, içeriye kamaralar yap. Gemiyi şöyle yapacaksın: Uzunluğu üç yüz, genişliği elli, yüksekliği otuz arşın olacak. Pencere de yap, boyu yukarıya doğru bir arşını bulsun. Kapıyı geminin yan tarafına koy. Alt, orta ve üst güverteler yap. Yeryüzüne tufan göndereceğim. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her canlı ölecek. Ama seninle bir antlaşma yapacağım. Oğulların, karın, gelinlerinle birlikte gemiye bin. Sağ kalabilmeleri için her canlı türünden bir erkek, bir dişi olmak üzere birer çifti gemiye al. Çeşit çeşit kuşlar, hayvanlar, sürüngenler sağ kalmak için çifter çifter sana gelecekler. Yanına hem kendin, hem onlar için yenebilecek ne varsa al, ilerde yemek üzere depola." (Tevrat, Yaradılış)

Sümer, Maya, Uygur gibi toplumlarda aynı hikâye anlatılır, hepsinde de tanrıların insanlar üzerindeki çalışmalarının bir dönümü, bir dönem sonu vurgulanır. İnsan yeryüzünün su varlığıyla sınanır. İnsanoğlundan yeni bir söz alınır. İnsan gemisini, inancını kendi gereksinimlerine göre en uygun biçimde oluşturmalı, içine yeryüzü canlarını, varlıklarını almalı ve onların besinini, gerekli olan bilgileri de unutmamalıdır. Büyük fırtınalar hep olmuştur, olacaktır, insanoğlu kutsal bilgileriyle, bu felaketleri aşacaktır. Tanrı okulunun sürekliği esastır.

 Şimdi gözlerimizi kapatıp yaklaşık üç bin yıl önceye, M.Ö. 1400’lere gidelim. Bugünkü Fethiye, o zamanki Likya kıyılarındayız. Sedir ağacından yapılmış bir yük gemisinin yaklaştığı görüyoruz. Güneşin güçlü aydınlığında Ege denizinin serin rüzgârını alnımızda duyuyoruz. Gemi 15 metre uzunluğunda ve 5 metre genişliğinde, ortasındaki direğe büyük bir bez yelken bağlanmış. Büyük olasılıkla Mısır, Filistin, Kıbrıs rotası üzerinden Ege’ye giriş yapmış.

Bu ilginç gemi Mısır’dan Luvi limanlarına doğru ilerleyen bir yük ve ticaret gemisiydi. Yolculuğun sonun geldiklerinin düşünene gemiciler sürpriz bir fırtına ile alabora oldu. Gemi, bugünkü Kaş ilçesinin 8,5 kilometre güney doğusunda mürettebatıyla ve değerli yükleriyle Likya mavisinin derinlerinde kayboldu.

Bronz çağının başlarında batan bu yük gemisi, o zamanın ticaretini, kültürlerini günümüze taşıdı.1982 yılında bir sünger avcısının gemiyi bulduktan sonra Türk ve Amerikalı sualtı arkeologları kazı çalışmalarına başladılar ve geminin insanlık tarihinin en eski batığı olduğu belirlendi. Gövdesinden alınan örnekler geminin Mısır sahillerinde, sedir ağacından yapıldığı kanıtladı. Gemi hammadde olarak kullanılacak cam külçeler, Mısır sahillerinde yetişen Abanoz ve Sedir ağacları taşıyordu. Ayrıca kesilmiş ve tam kesilmemiş halde fildişleri, Mısır kıyılarından getirilmiş su aygırı dişleri, vazo yapımında kullanılan deve kuşu yumurtaları ve müzik aleti yapımında kullanıldığı tahmin edilen kaplumbağa da vardı. Bunlardan başka Kıbrıs’ta üretilmiş seramikten yapılma kandiller, altın gümüş takılar, bir altın kadeh, boncuklar ve altından yapılma fayanslar, kozmetik kutuları, bakırdan yapılmış kap kaçaklar, su aygırı dişinden yapılmış bir borazan ve nerede kullanıldığı bilinmeyen daha birçok ürün ve tunç aletler... Gemide yiyecek olarak taşınan mallar da vardı bunlar; badem, üzüm, sumak, incir, zeytin, buğday ve arpa tohumuydu.

Gemi ve insan birlikteliği destanlarla da sürüp gider. Bunun bir yansıması Homeros’un Odessa destanındır. Kahramanımız Odesseus’un serüveni insanoğlunun kutsala karşı eylemlerinin kendisine hangi bedelleri getirdiğini göstermesiyle dikkat çekicidir. Gemi topraktaki evin yerini alırken bir yandan da onu karısından ayıran bir mekân, bir kader olarak karşımıza çıkar. 

“Akha yiğitleri belli süreler ve serüvenler geçirerek yurtlarına döndüler. İçlerinden çoğu öldü, bazıları evlerine dönebildi. Sadece Odesseus bir türlü evine dönemedi ve bir on yıl daha denizlerde süründü. Truva Savaşında Odesseus, Truva Şehrine dehlizlerden gizlice girerek, şehri koruduğu düşünülen Athena'nın bizzat büyülediği bir heykeli (Palladium) çalarak Agamemnon'a sunmuştu. Odesseus'un başındaki diğer lânetler; Truva Savaşı sırasında tuzak kurarak Palamedes'in taşlanarak öldürülmesi ve Rhesos'u uyurken atları için katletmesi diğer yaptıklarıdır. Ayrıca, Poseidon'un oğlu olan dev kiklop Polyphemus'un tek gözünü kör etmesi de başlı başına bir lânetti. Tüm bu lanetler Athena ve Poseidon tarafından kendisine türlü belalar şeklinde yollandı. Ama sonunda Odesseus 20 yılını evinden ayrı geçirdikten sonra lanetler Zeus tarafından kaldırıldı ve Odesseus sevgili karısına kavuşabildi."   

Truva savaşından bin yıllar sonra yaşanan Çanakkale deniz savaşlarını anımsamamak elde değil. Gemi bu kez karşımıza bir ölüm makinesi olarak çıkıyor. İngiltere ve Fransa, çoğunluğu sömürge ülkelerinden topladıkları askerleri, dev savaş gemilerine doldurmuş, Çanakkale’ye varmışlardı. Daha savaş başlamadan savaşı kaybeden Türk tarafınınsa elinde son bir kozu vardı: Nusrat mayın gemisi… Anadolulu bu küçük gemi elinde kalmış son 26 mayını kara sulara bıraktı. Bu kez Akha orduları yenilmişti.

Çanakkale’deki karanlığın devleri sulara gömülmeden üç yıl önce ünlü yolcu gemisi Titanik insanlık tarihinde büyüklüğü ve acıklı sonuyla önemli gemilerden biri olmuştu. İnsanların hırs ve umut duygularıyla sınandığı bir yazgısı vardı lüks yolcu gemisinin.

White Star denizcilik şirketi, yüksek kazanç sağlayan Kuzey Atlantik hattında piyasayı ele geçirmek istediği için büyük gemiler yaptırdı. Ancak şirket, gemilerin hızı açısından rakibi Cunard Line’la yarışamadı. Bu nedenle daha büyük ve lüks gemiler üzerinde yoğunlaştı, böylece zengin ve ünlü insanlara seslenebilecekti. Ama Titanik, başka bir amaca da hizmet edebilirdi. 1900-1914 yılları arasında her yıl yaklaşık 900.000 göçmen Amerika Birleşik Devletleri’ne giriş yapıyordu. Gemi şirketlerinin en büyük gelir kaynağı, bu yeni bir yaşam umudu ardında koşan göçmenleri Avrupa’dan Birleşik Devletler’e taşımaktı.

Birçok insan Titanik’in hikâyesinde birleşti, ironik biçimde basında “batmayan kale” anlatımıyla yer alan gemi okyanusun soğuk sularına Atlantis gibi gömüldü.

İnsanoğlunun yeryüzü sınavının bir parçası olan gemiler üzerindeki serüven bitmez. Önemli olan tüm yaşamaların, emeklerin, yaratmaların sonunu görebilmek; bu bilgiyle, idrakle yeryüzünü huzurla bırakıp gitmektir. Geride kalanın bizim izimizi takip edenlere yol göstermesi büyük bir mutluluktur.  

İNSANIN HARCI

Uzun yolu seçmek zorunda değiliz: dur, gözle, fark et, yüzleş ve dönüştür. İnsan durup kendini gözlemleyince yanlış yanlarını görür ve onlar...