9 Temmuz 2016 Cumartesi

İÇİMİZDEKİ BOMBALAR

İnsanca tepki verme, ağlama sızlama hakkımız yok artık. Dostlar arasında ya da sosyal medyalarda kınama mesajlarını küfürlere dönüştürmek de işe yaramaz. Tepkimizi dile getirmeyeceksek ne yapacağız, diyenlere yanıtım basit: kendisine dönsün. Sevgi de barışta nerede olduğumuzu görmeye çalışalım. Çalışma alanımız uzak değil, en yakınımızda işe başlamalıyız. Artık insan-ı kamil olmaya ihtiyacımız var.

O kadar yüklüyüz ki sonuçlar ortada duruyor işte. Şiddet ve terör olayları çoğalırken bir yandan da bireysel çıldırmaların akla zarar sonuçlarıyla karşı karşıyayız. O kadar parçalanmışız ki gözümüzü kan bürümüş, bir düşman olmadan var olmazmışız gibi geliyor. O kadar parçalanmışız ki bedenimiz bile bir arada duramıyor, hastalanıyor, yaralanıyor, ölüyoruz; ölmelerin de en bombalısını en parçalısını seçerekten...

Yalınlaşmaya ihtiyacımız var. Benliklerimizi, egolarımızı kurban edeceğimize kendimizi kurban ediyoruz. Birlik değil ikilik kazanıyor her zaman. Yüzlerce yıl önce Yunus ikilikten geçti, ama her birimiz ego tepecikleri olarak bütünün önünde saygıyla eğilmek ve sadece sevmek için tenezzül buyurmuyoruz. Evrendeki gücün şu anki bireysel varoluşumuz olduğunu sanıyoruz; oysa o güç bizi sonsuzca savurup duruyor.

Bütünden uzağa düştük. Acının kaynağı ayrılık. Beni senden ayıran ne varsa ayrılık. Yarattığımız bütün anlamlar ayrılık. Sadece sevdiğine ne verebilirsen çevrendekilere de ayırmadan onu ver. İşte kısaca barış bu. Kiminle düşmansak onunla barışmak zorundayız. Sınırları yıkmakla işe başlamalıyız. Dostluklar başlatıldıktan sonra sorunları dürüstlükle konuşmaya başlayabiliriz. Barış dilimizden dökülen sözcüklerle gelir, uzatılan bir elle başlar, özveri ve dürüstlükle gelişir. İnanca ve ırka dayalı siyasi kışkırtmaların arkasındaki kapitalist canavar da meydan bulamaz.

Sanata ihtiyacımız var. Sanat toplumsal kabalığımızın süpürgesi, içimizdeki bombaların emniyet kilidi. Bütün değerli yöneticiler, aydınlar, ermişler, peygamberler sanatla ilgilenmiş. Bir toplumdan inancın özünü ve bireyin kendini ifade etme biçimleri olan sporu, sanatı alırsanız yerine açıkça şiddeti çağırırsınız. İnancın özü gidince kalıplar vicdanı gölgeler ve inanç adına şiddet baş gösterir. İnanç adına kalıpların, biçimsel ritüellerin arkasında olumsuz benlikler kendilerini besler. Böyle toplumlarda sanat ve spor eleştirilir, dinsel işlerle şiddet olayları birer gösteriye dönüşür.

Bireyin ve toplumun gerçek yasaları egolarımızdan daha gerçek olduğu için sonuçlar bizi köşeye sıkıştıracaktır. Sayın çok bilmiş egolar insanın önünde eğilmedikçe acı başrolden çıkmayacaktır. Ego şeytanlarının insanın önünde secde etmesi bize bağlı. İnsan-ı kamil olmaya bunun için ihtiyacımız var.

Önümüzde duran her eylem bir seçim ve hızlı olan "beni seç" diye öne atılıyor. Hızlı olan olumsuzluk bizden sakinlik bekliyor. Ama alışkanlıklarımız sakinlikten yana değil. Sesimiz yükselirken sözcük seçimlerimiz de sertleşiveriyor. Bütün bunları onaylamayan sessiz bir "ben" var içimizde. İşte umut orada, o "ben"i seçip güçlendirmeliyiz. Önce onu hiç unutmamalıyız. Ötekiler çoklukla kazansa da kimi zaman o "ben"in küçük zaferlerinden güç almalıyız.

Günlük yaşamda sevdiklerimizi ve kendimizi kırıp geçerken toplumsal boyutta daha büyük bedeller ödüyoruz. Piri Reis'in haritasını badanacıların altından çekip son anda kurtarıyoruz. Fatih Sultan Mehmet'in çocukluk dönemi karalama defterlerini tozlu raflarda bırakıyoruz, ama padişahın yemek takımlarını özenle parlatıp ışıklı ortamlarda sergilemekten gurur duyuyoruz. Bütün bu önemsiz gibi görünen seçimler bu gün şiddet faturaları olarak ödeniyor.

Dağın başında kör bir adamın yüreğine ihtiyacımız var, Aşık Veysel'in yalınlığını üzerimize almalıyız. Kendini bilme yolculuğuna çıkan Yunus'un yüreğine eklenmeliyiz. Hacı Bektaş gibi "her ne ararsan kendinde ara" demeliyiz. İnsan insanın aynasıdır, dilimizden akan zehir bizimdir. Çok mu zor bir insandan Veysel gibi Yunus gibi olmasını istemek? Ama, aynalı odada "öteki" köpeklere havlayıp duruyoruz inatla.

Artık aranızda dilinden zehir dökecek, uzatılan ele elini götürmeyecek ve ikiyüzlü olacak var mı? Varsa ikilik de ayrılık da acı da var olacak. Oysa havlamama ve yansımaları fark etme hakkımız var.




İNSANIN HARCI

Uzun yolu seçmek zorunda değiliz: dur, gözle, fark et, yüzleş ve dönüştür. İnsan durup kendini gözlemleyince yanlış yanlarını görür ve onlar...