4 Ocak 2015 Pazar

YAY VE NEY

Sonbaharın soğukları poyrazla birleşince İstanbul'un tüm yaprakları yerle bir oldu. Yaşlı ağaçların ayakta ölme onurları bir fırtınanın iki kıvrılmasının ucundaydı.  Sokaklarda ne kedi ne köpek kalmış, sanki hepsi göçmen kuşların ardına takılıp güneye gitmişti.

Postane sokağındaki ufak dükkanlardan birinde mangal başında ince parmaklarını ısıtan çırak, ustası dönmeden önündeki saatin tamirini bitirmek istiyordu. Kadife kumaşın üzerindeki parçalara bakıyor, sorunu yaratan parçanın hangisi olduğunu düşünüyordu. Ustasının dervişlikte ileri olmasından mı yoksa sözünün etkisinden mi bilinmez onun hala dükkanda olduğunu hissediyordu. Ustasının dükkandan çıkmadan önce söylediği söz daha kulaklarında çınlayıp duruyordu: "Bu marka saatlerin hep aynı parçası bozuluyor, bakalım ben dönünceye kadar onu bulabilecek misin?"

Çırak gözünü yaydan alamıyor, sorunun kaynağını bulduğunu düşünüyordu. Geçen hafta gelen paşa saatinin de markası aynıydı ve yayı değiştirilmişti. Evet yeni bir yay takmalıydı kurma kulağının ucuna.

Gözünü yaydan çekince karşısında, deri kılıfıyla küçük kancasında asılı duran neyi gördü. Geçen günkü başarısız denemesi geldi aklına. O gün ustasından izin alıp neye üflemiş, ama bir türlü ses çıkartamamıştı. Dayanamadı, yerinden kalkıp neyi aldı, özenle kılıfını çıkardı. Bir kez daha denemek istiyordu. Neye üfledi, ama sonuç yine aynı oldu. Kendisine çok kızıyordu işe başlayalı iki hafta olmuş, şimdiye kadar ne bir saat tamir edebilmiş ne de neyden  ses çıkarabilmişti.

Tezgahta duran saat parçalarını fark edince neyi kılıfına sokup yerine astı. Dükkanın emektarı guguklu saat on dakika sonra ötecek ve ardından ustası dükkana girecekti. Çekmeceden yay kutusunu buldu, benzer bir yay aramaya koyuldu. Yayların içinden en uygununa rastlaması kısa sürdü. Yayı hemen kurma kolunun uzantısına yerleştirip yerine oturttu.

Tam bu sırada kapı hızlıca açıldı ve dükkandan içeri davetsiz bir rüzgar kendi şenliğiyle giriverdi. Havada uçuşan kahve ve kızıl yapraklar Padişahın önünde eğilen elçiler gibi bir aşağıya bir yukarıya çıkıp uzun bir inişle yere serildi.

Çırak tam sıkışmamış olan kapıyı zorlayıp içeri dalan rüzgarı ve yapraklarını izledi. "Bir bu eksikti!" diyerek yerinden kalktı. İki büyük adımda kapıyı kapattı. Aklı saati kurup sonucu öğrenmekte olduğundan yaprakların üstüne basıp saati kurmaya başladı. Sonuç yine aynıydı saat çalışmıyordu. Saati yine sökmeye başladı.

Ustası içeri girdiğinde önce tezgahta parçalarla uğraşan çırağını, sonra da yerdeki yaprakları ve eğik biçimde duvarda asılı duran neyi gördü. Çırak ustasını fark edince yerinde doğruldu. "Yaprakları süpürecektim..."

Müşterilerinin ayakkabılarına yapışan yaprakları iyi bilen usta gülümsedi. "Birisi mi geldi oğlum?"

"Kimse gelmedi ustam, kuvvetli bir rüzgar kapıyı açtı az önce."

"Peki saat tamam mı?"

"Yayını değiştirdim iki kez, ama bir türlü çalışmadı."

Ustası babacan tavrı ve her zamanki gülümsemesiyle devam etti: "Peki, neyden ses çıkarabildin mi?"

Çırak şaşırdı, korktuğu başına gelmişti. "Her şeyi biliyorsun ustam."

"Çalamadığını da biliyorum elbette. Ama her şey besbelli orta be oğlum!"

"Nasıl yani?"

"İçeri girdiğimde yüzün asıktı ve neye baktığımda eğri asılmıştı. Olanı hissetmek zor değil."

Bir süre sessizlik oldu. Çırak yüzünü eğdi, ustasının onu işten çıkaracağını düşünüyordu. Rüzgar tekrar kapıyı zorladı, ama bu kez açamadı.

Ustası çırağın omzuna dokundu. "Üzülme sakın, seni işten atacağımı asla aklından geçirme. Şimdi geç bakalım tezgaha."

Çırak ustasının sözünü hemen dinledi dolu gözlerini ovuşturup parçaların başına geçti. Çalışmayan saati eline aldı.

"Oğlum, bak o yay yerine tam olarak oturmuş mu?"

"Sıkıca duruyor, ama..."

"O yayı yerinden çıkarıp tekrar takacağız, ama cımbız senin elinde olacak. Elin yayda gözün neyde olmasın. Önce derin bir nefes al bakayım. Gönder içindekileri gitsin eşşek cennetine!"

Çırak ustasının sözü biter bitmez cımbızın ucuyla yayı kavradı, yerinden çıkarttı. Ustası yayı parmağının ucuyla yokladı. "Tamam, tekrar kullanabiliriz. Şimdi şu yayı al ve yuvasına yavaşça yaklaştır, biraz oynat ve yayın yerine otururken çıkardığı o çok zor duyulan sesi duymaya çalış."

Çırak dilini dudaklarının yanından çıkarıp yayı yuvasına soktu ve yerleşmesi sırasında çıkaracağı o belli belirsiz sesi hissetmeye çalıştı. Sesi algılayınca yüzü güldü. "Tamam usta."

Ustası yayın yerine oturuşunu bir metreden hissetmişti. "Şimdi kur bakalım saati."

Çırak saati heyecanla kurdu. Parmakları kulaktan ayrılır ayrılmaz saat çalışmaya başladı. "Çalışıyor ustam. Hem de ben yaptım."

"Aferin oğlum bu ilk tamirin. Başka şeyleri de tamir etmiş misin bakalım."

"Anlamadım ustam."

"Şu neyi getir, bir deneme yapalım."

Çırak çok mutluydu. Ustasının elini öptü. Neyi kancasından çekip aldı, kılıfı dikkatlice sıyırdı. Hazırdı.

"Haydi yavrum, derin bir nefes al ve üfle."

Çırak gözlerini kapadı, derin bir nefes aldıktan sonra neye üfledi. Neyin yanık sesi dükkanı doldurdu.

İNSANIN HARCI

Uzun yolu seçmek zorunda değiliz: dur, gözle, fark et, yüzleş ve dönüştür. İnsan durup kendini gözlemleyince yanlış yanlarını görür ve onlar...