13 Ekim 2017 Cuma

SANATÇININ ÖYKÜSÜ


Çok eski zamanlarda, insanlığın yeryüzüyle, varoluşla, evrenle ilgili bilgileri ve izlenimleri ilk elden aldığı o ilkel dönemlerde bir kabile varmış. Bu kabilede herkes sabah erkenden avlanmaya çıkarmış, akşama yorgun argın dönerlermiş. Dışarısıyla o kadar çok ilgilenirlermiş ki her zaman aynı işleri yapmaktan, fiziksel hareketten içsel dünyalarına zaman kalmazmış. Ama içlerinden biri onlarla ava gitmez, kendi başına gezer, doğayı incelermiş. Yaşamın anlamının yalnızca yemek içmek olmadığını keşfederken içine bakmayı da öğrenmiş, doğadaki, evrendeki uyumu ve birliği fark etmiş. Bu büyük bilgi, seziş birikimiyle kabileye döner ve avcılar gelince yemekten sonra ateşin başında ilgi çekici ezgiler mırıldanır, öyküler anlatırmış. Kabilenin en yeni sözcükleri, en hoş konuşmaları onun ağzından çıkarmış. Kabile üyeleri onu dinlerlerken birbirlerine sokulup uyuyakalırlarmış. Bir gün avcılardan biri "Hep biz avlanıyoruz, bu adam çalışmadan hazıra konuyor... O da bizimle gelsin!" demiş. Eşitlik adına söylenecek söz yokmuş, onu da ava götürmüşler ertesi sabah. Bütün gün yaban hayvanları kovalayıp durmuşlar. Akşam olunca yemekten sonra ateşin başında birbirlerine bakmaktan sıkılmışlar ve hemen ona dönmüşler. Bir de bakmışlar ki yorgunluktan uyuyup kalmış. Bir ertesi gün yine aynısı olmuş. Bunun üzerine düşünüp taşınmışlar ve bir sabah ava giderlerken onu uyandırmamışlar.
(Kaynak: Sait Faik, Düzenleme: CG)

28 Mayıs 2017 Pazar

ŞUUR KAFAMIZIN İÇİNDE DEĞİLSE KAFAMIZ ŞUURUN İÇİNDE OLABİLİR Mİ?

"Ama işin özü zihin dediğimiz şeyin ne olduğunu daha bilimsel olarak bilmiyoruz."
Prof. Dr. Sinan Canan

"Bilinç nerededir? Bir 'yer' midir bilinç? Öyleyse nasıl bir yerdir? Bilinci Platoncu bir 'idealar alemi'ne yerleştirmiyorum. Bedenin bir açılımıdır. Dünya gezegeninde bedensiz var olamaz. (Parapsiklolojideki tartışmalara kapalı kalmamak koşuluyla: Bilinç bu gezegende bir enerjiyle gösteriyor kendini!) Bedenin işlevlerine indirgenemez, ondan bir anlamda 'fazla'dır. Bilinç bedenin olduğu yerde 'gösteriyor' kendini."
 Prof. Dr. Ahmet İNAM

Şuur da zihin de çağdaş bilim ve felsefe tarafından açıkça anlatılamıyor. Bilim ölçek olmadan algılayamadığı için şuur denen süper ince maddenin sonuçları karşısında doğal olarak kekeliyor.  Felsefeciler de kavram ustalıklarıyla yere düşmeseler de şuur kayalığının sarp yamacında asılı kalmış durumda.
Şuur, kafamızın içinde değilse kafamız şuurun içinde olabilir mi? Şuur bilme ve zihin de düşünme hali midir? Yalnızca beden ve zihinden oluşmayabiliriz. Zihnimizi dolduran şeyler kadar olamayız. Zihin sürekli konuşur, tam burada bir soru sormak gerekir: Dinleyen kim?
Bilim, ölçek bulana kadar ilgilenmediği maddenin yüksek hallerini kuantum fiziğiyle yokluyor. Analitik kafa atomun içine büyük merakla dalıp şaşı kaldığından beri ortalık karışık. Ama sistemik düşünen bilim insanları sezgilerinin ardına düştüler bile. Kimi kuramsal fizikçiler şuurun evrenin yapı taşı olabileceğini düşünüyor. 
Peki, şuurun süper ince bir madde olduğunu kim söylüyor? Analitik düşüncenin üstünde görülen sistemik düşünce kadim bilgeliğin malıdır. Şaman bilgeler, gerçek firavunlar, bilge krallar, antik çağın filozofları, İskenderiye bilim insanları, kabalacılar, sufiler, gurular, zen üstatları sistemik düşünceyle kendilerini aşmışlardı. Onlar fiziğin duyuların işini yaptığını, fizikötesinin de duyular ötesinin işleri olduğunu biliyorlardı.
Bilim öte aleme bakamıyor, ama öte aleme bakanlar bilimin alanına bakabiliyor. Hermes, evrende her şeyin titrediğini ve belli bir ritme doğru hareket ettiğini söyler. Titreşim prensibiyle evrende her şey titrediğini ve bilgi taşıyan enerjininse, hem titreyip ve hem de salındığını açıklar.  Çin filozofları enerjinin hareket halindeki madde olduğunu üç bin yıl kadar önce biliyorlardı. 8. yüzyılda  Harran'da Cabir Bin Hayyan atomun parçalandığında Bağdat gibi bir yeri yok edeceğini söylüyordu. Antik Çağ’da Roma İmparatorluğu hakimiyetindeki İskenderiye’de yaşayan ve döneminin en önemli bilim adamlarından biri kabul edilen Heron’un buluşlarından bazıları: otomatik açılan kapı, su otomatı, havayla çalışan org, yel değirmeni ve buhar motoruydu.
Bilimin ölçemediği enerjilerin başka bir madde boyutu olduğunu henüz söyleyemeyiz. Atom altı fiziğindeki gelişmeler ve kuramsal fizik daha çok yol aşacak. Ancak kadim bilgeliğe ve ruhsallıkla ilgilenen ciddi insanlara kulak vermeliyiz.
Kadim bilgeliği, ezoterik geleneği yok saymamak gerekir. Bu gün için idealizm, metafizik diye küçümsenen Hermes'ten, Platon'dan Bedri Ruhselman'a kadar  insanlık tarihi boyunca ezoterik bilgi ışığında şuur kavramı anlatılageliyor. Bunlardan bir bölümüne bakalım:
Hermes, bilinç konusunda şunu söyler: "Ruhları ölümsüzlüğe götüren, dünya sınavında, iradelerini kullanarak, güçlerine dayanarak, acı çekerek elde ettikleri aydınlık bilinç'tir. Bu bilince kavuşabilmek için, yükselmeyi istemek yeter. Yükselen ruh, aydınlık bilincine dayanarak, tüm güzellik, tüm güç, tüm akıl olacaktır. Bu, ölümsüzlüktür."
Platon, Sokrates'in "gerçekliğin bir dışsallık sorunu olmadığı, tersine şuurda yattığı" biçimindeki büyük ilkesini başlangıç noktası olarak alır. Ona göre aydınlanmış insan bir yansıma olan duyular dünyasını, mağara benzetmesindeki gölgeleri, aşıp idealar dünyasına ulaşan, gerçeği öğrenen şuurlu insandır.
Türkiye'nin ruhsallık alanında en ünlü ismi Bedri Ruhselman da "İlahi Nizam ve Kainat" kitabında şuur üzerine önemli bilgiler aktarır: " Ruh, madde ile iştirak eder. 'Şuurlu madde'yi, yâni varlığı kurar. Varlık da kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların faaliyetleriyle, kaba maddelerden, kendisine ayrıca bir beden yapar. Ve bu beden vâsıtasıyla maddelere tesir eder. Kullandığı kaba maddelerle de kendi haricindeki diğer bedenlere tesir etmek suretiyle, mâşerî plâna adımını atar. Ve hidrojen âleminin varlık safhasındaki tekâmülü de bu ândan itibaren yürümeye başlar."

İlahi Nizam ve Kainat, ruh ve maddenin öz olarak farklı olduğunu belirtir ve insanın beyin hücrelerini insan varlığı denen enerji topluluğunun yönettiğini açıklar:

"İnsan bedenine hâkim olan varlık, doğrudan doğruya, beyin hücrelerine ait yüz binlerce varlığın manyetik alanlarından oluşan manyetik alanlar sentezi üzerine müessir ve hâkimdir. Yâni, beden,
beyin hücreleri tarafından idare edilir. Ancak, bu idare, bedenin varlığı olan ve bir ruha ait bulunan enerjiler topluluğunun, insan varlığının hâkimiyeti altındadır."

Kitaba göre "varlık" ruhun aracı olan bir tür enerjidir ve insanın şuurlanması ona bağlıdır:

"Varlığın beden dışı durumu, insanların şuurlarına direkt olarak çarpmaz. Çünkü insan, ancak, varlığın kendisine göndermiş olduğu tesirlerin bir kısmıyla şuurlanır ve kendisini yarım yamalak idrak
etmeye çalışır. Kendisine gelmeyen kısımlarına ait bâzı belirsiz sezgileri bulunmakla birlikte, bunlar hakkında açık bir idrake sahip değildir. İşte insanların bazen derin bir iç murakabesi yoluyla sezebildikleri, 'iç varlık, öz benlik, öz varlık' dedikleri şeyler, bedeninin dışındaki hakikî varlığının nispeten serbest durumlardır."

Şuur üzerine bedeni ve bilinen maddeyi aşan düşünceler her zaman ilgi çekmiştir. İnsanın gizem peşinden koşma merakı ve sonu olmayan bir bilgi alanı farkında bile olmasa onu sağlıklı tutar. Her şeyi öğrenmek isteyen zihin amacına ulaşınca sirke gibi kabına zarar vermeye başlar. Zihinle sınırlanan bilinçler de olumsuzluklar ve şiddet girdabına sürüklenir.
Yeryüzünde deneyimlenen her şeyin yeryüzüne ait olması düşüncesi doğaldır. Ancak bu düşünce bir açıdan bakıldığında karamsar ve ürkütücüdür. İnsanı kapalı bir alana sokar ve bir sınır koyar. Zihin de hep bunların peşindedir, ama elde ettikten sonra hemen sıkılır.  Oysa yeryüzü boyutunda deneyimlenen birçok şey bir üst boyutla ilişkilidir. Bu alan da insanın zihnini rahatlatır ve insana şuur genişliği kazandırır. Mevlana'nın "Sen okyanusta bir damla değil, damladaki okyanussun." sözü  bu rahatlığı anlatır. Kafamızı bir şuur okyanusuna daldırır gibi oluruz.

Zihni düşle beslemeli, zenginleştirmeliyiz  ve onu özümüzden, Yüksek Benlik'ten gelen şuurumuz  yönlendirmelidir. Şuur kendi hayatındaki olayları yönetebilmektir ve kısaca şuur kendini bilmektir. 

7 Mayıs 2017 Pazar

Sakın İnanma Yetersiz Olduğuna

Bir cana hasret gel, ayırmadan, dışlamadan. Bak görmüyor musun bir başkası yok. Sadece biz varız, biz olmadan mutluluk yok. Bizin önünde eğilmedikçe huzur yok. Bırak herkes kendinden alsın, kendine versin. Bırak insanları sınırlarını bulsunlar, gelsinler bir başkasına eksiğini almak için. Sakın inanma yetersiz olduğuna ve ihtiyaçlarımızın bizi ayırdığına...

2 Şubat 2017 Perşembe

Gölgeniz Düşmüş

Gölgeniz düşmüş sabahımıza. İçinizdeki yabanıl doymak bilmediği için güzelliklerin kapısı kapanmış. Sanat susmuş, bilim küsmüş. Öyle karanlıksınız ki ölüm olmuş elinizden gelen haram olmuş ardınıza koyuduğunuz. Nefret tarlanıza saçtığınız acı tohumları bir bir patlıyor. Öyle mutsuzsunuz ki bizim güneşimizle siz de güleceksiniz. Sanmayın ki yaprak döktük diye kuruduk, sanmayın ki toprağımız böyle çatlak kalacak... Biz başka bir bahara saklandık, çiçek olup açmaya sel olup akmaya...

İNSANIN HARCI

Uzun yolu seçmek zorunda değiliz: dur, gözle, fark et, yüzleş ve dönüştür. İnsan durup kendini gözlemleyince yanlış yanlarını görür ve onlar...