"Ama
işin özü zihin dediğimiz şeyin ne olduğunu daha bilimsel olarak
bilmiyoruz."
Prof. Dr. Sinan Canan
"Bilinç
nerededir? Bir 'yer' midir bilinç? Öyleyse nasıl bir yerdir? Bilinci Platoncu
bir 'idealar alemi'ne yerleştirmiyorum. Bedenin bir açılımıdır. Dünya
gezegeninde bedensiz var olamaz. (Parapsiklolojideki tartışmalara kapalı
kalmamak koşuluyla: Bilinç bu gezegende bir enerjiyle gösteriyor kendini!)
Bedenin işlevlerine indirgenemez, ondan bir anlamda 'fazla'dır. Bilinç bedenin
olduğu yerde 'gösteriyor' kendini."
Prof.
Dr. Ahmet İNAM
Şuur
da zihin de çağdaş bilim ve felsefe tarafından açıkça anlatılamıyor. Bilim
ölçek olmadan algılayamadığı için şuur denen süper ince maddenin sonuçları
karşısında doğal olarak kekeliyor.
Felsefeciler de kavram ustalıklarıyla yere düşmeseler de şuur
kayalığının sarp yamacında asılı kalmış durumda.
Şuur,
kafamızın içinde değilse kafamız şuurun içinde olabilir mi? Şuur bilme ve zihin
de düşünme hali midir? Yalnızca beden ve zihinden oluşmayabiliriz. Zihnimizi
dolduran şeyler kadar olamayız. Zihin sürekli konuşur, tam burada bir soru sormak
gerekir: Dinleyen kim?
Bilim,
ölçek bulana kadar ilgilenmediği maddenin yüksek hallerini kuantum fiziğiyle
yokluyor. Analitik kafa atomun içine büyük merakla dalıp şaşı kaldığından beri
ortalık karışık. Ama sistemik düşünen bilim insanları sezgilerinin ardına
düştüler bile. Kimi kuramsal fizikçiler şuurun evrenin yapı taşı olabileceğini
düşünüyor.
Peki,
şuurun süper ince bir madde olduğunu kim söylüyor? Analitik düşüncenin üstünde
görülen sistemik düşünce kadim bilgeliğin malıdır. Şaman bilgeler, gerçek
firavunlar, bilge krallar, antik çağın filozofları, İskenderiye bilim
insanları, kabalacılar, sufiler, gurular, zen üstatları sistemik düşünceyle
kendilerini aşmışlardı. Onlar fiziğin duyuların işini yaptığını, fizikötesinin
de duyular ötesinin işleri olduğunu biliyorlardı.
Bilim
öte aleme bakamıyor, ama öte aleme bakanlar bilimin alanına bakabiliyor. Hermes,
evrende her şeyin titrediğini ve belli bir ritme doğru hareket ettiğini söyler.
Titreşim prensibiyle evrende her şey titrediğini ve bilgi taşıyan enerjininse,
hem titreyip ve hem de salındığını açıklar. Çin filozofları enerjinin hareket halindeki
madde olduğunu üç bin yıl kadar önce biliyorlardı. 8. yüzyılda Harran'da Cabir Bin Hayyan atomun
parçalandığında Bağdat gibi bir yeri yok edeceğini söylüyordu. Antik Çağ’da
Roma İmparatorluğu hakimiyetindeki İskenderiye’de yaşayan ve döneminin en
önemli bilim adamlarından biri kabul edilen Heron’un buluşlarından bazıları:
otomatik açılan kapı, su otomatı, havayla çalışan org, yel değirmeni ve buhar
motoruydu.
Bilimin
ölçemediği enerjilerin başka bir madde boyutu olduğunu henüz söyleyemeyiz. Atom
altı fiziğindeki gelişmeler ve kuramsal fizik daha çok yol aşacak. Ancak kadim
bilgeliğe ve ruhsallıkla ilgilenen ciddi insanlara kulak vermeliyiz.
Kadim
bilgeliği, ezoterik geleneği yok saymamak gerekir. Bu gün için idealizm,
metafizik diye küçümsenen Hermes'ten, Platon'dan Bedri Ruhselman'a kadar insanlık tarihi boyunca ezoterik bilgi
ışığında şuur kavramı anlatılageliyor. Bunlardan bir bölümüne bakalım:
Hermes,
bilinç konusunda şunu söyler:
"Ruhları ölümsüzlüğe götüren, dünya sınavında, iradelerini kullanarak,
güçlerine dayanarak, acı çekerek elde ettikleri aydınlık bilinç'tir. Bu bilince
kavuşabilmek için, yükselmeyi istemek yeter. Yükselen ruh, aydınlık bilincine
dayanarak, tüm güzellik, tüm güç, tüm akıl olacaktır. Bu, ölümsüzlüktür."
Platon,
Sokrates'in "gerçekliğin bir
dışsallık sorunu olmadığı, tersine şuurda yattığı" biçimindeki büyük
ilkesini başlangıç noktası olarak alır. Ona göre aydınlanmış insan bir yansıma
olan duyular dünyasını, mağara benzetmesindeki gölgeleri, aşıp idealar
dünyasına ulaşan, gerçeği öğrenen şuurlu insandır.
Türkiye'nin ruhsallık alanında en
ünlü ismi Bedri Ruhselman da "İlahi Nizam ve Kainat" kitabında şuur
üzerine önemli bilgiler aktarır: "
Ruh, madde ile iştirak eder. 'Şuurlu madde'yi, yâni varlığı kurar. Varlık da
kendi ruhunun ve yardımcı varlıkların faaliyetleriyle, kaba maddelerden,
kendisine ayrıca bir beden yapar. Ve bu beden vâsıtasıyla maddelere tesir eder.
Kullandığı kaba maddelerle de kendi haricindeki diğer bedenlere tesir etmek
suretiyle, mâşerî plâna adımını atar. Ve hidrojen âleminin varlık safhasındaki
tekâmülü de bu ândan itibaren yürümeye başlar."
İlahi Nizam ve Kainat, ruh ve maddenin
öz olarak farklı olduğunu belirtir ve insanın beyin hücrelerini insan varlığı
denen enerji topluluğunun yönettiğini açıklar:
"İnsan
bedenine hâkim olan varlık, doğrudan doğruya, beyin hücrelerine ait yüz
binlerce varlığın manyetik alanlarından oluşan manyetik alanlar sentezi üzerine
müessir ve hâkimdir. Yâni, beden,
beyin
hücreleri tarafından idare edilir. Ancak, bu idare, bedenin varlığı olan ve bir
ruha ait bulunan enerjiler topluluğunun, insan varlığının hâkimiyeti
altındadır."
Kitaba göre "varlık" ruhun
aracı olan bir tür enerjidir ve insanın şuurlanması ona bağlıdır:
"Varlığın
beden dışı durumu, insanların şuurlarına direkt olarak çarpmaz. Çünkü insan,
ancak, varlığın kendisine göndermiş olduğu tesirlerin bir kısmıyla şuurlanır ve
kendisini yarım yamalak idrak
etmeye
çalışır. Kendisine gelmeyen kısımlarına ait bâzı belirsiz sezgileri bulunmakla
birlikte, bunlar hakkında açık bir idrake sahip değildir. İşte insanların bazen
derin bir iç murakabesi yoluyla sezebildikleri, 'iç varlık, öz benlik, öz
varlık' dedikleri şeyler, bedeninin dışındaki hakikî varlığının nispeten
serbest durumlardır."
Şuur
üzerine bedeni ve bilinen maddeyi aşan düşünceler her zaman ilgi çekmiştir.
İnsanın gizem peşinden koşma merakı ve sonu olmayan bir bilgi alanı farkında
bile olmasa onu sağlıklı tutar. Her şeyi öğrenmek isteyen zihin amacına
ulaşınca sirke gibi kabına zarar vermeye başlar. Zihinle sınırlanan bilinçler
de olumsuzluklar ve şiddet girdabına sürüklenir.
Yeryüzünde
deneyimlenen her şeyin yeryüzüne ait olması düşüncesi doğaldır. Ancak bu
düşünce bir açıdan bakıldığında karamsar ve ürkütücüdür. İnsanı kapalı bir
alana sokar ve bir sınır koyar. Zihin de hep bunların peşindedir, ama elde
ettikten sonra hemen sıkılır. Oysa
yeryüzü boyutunda deneyimlenen birçok şey bir üst boyutla ilişkilidir. Bu alan
da insanın zihnini rahatlatır ve insana şuur genişliği kazandırır. Mevlana'nın
"Sen okyanusta bir damla değil, damladaki okyanussun." sözü bu rahatlığı anlatır. Kafamızı bir şuur
okyanusuna daldırır gibi oluruz.
Zihni
düşle beslemeli, zenginleştirmeliyiz ve
onu özümüzden, Yüksek Benlik'ten gelen şuurumuz
yönlendirmelidir. Şuur kendi hayatındaki olayları yönetebilmektir ve kısaca
şuur kendini bilmektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder