Çok eski zamanlarda, insanlığın yeryüzüyle, varoluşla, evrenle ilgili bilgileri ve izlenimleri ilk elden aldığı o ilkel dönemlerde bir kabile varmış. Bu kabilede herkes sabah erkenden avlanmaya çıkarmış, akşama yorgun argın dönerlermiş. Dışarısıyla o kadar çok ilgilenirlermiş ki her zaman aynı işleri yapmaktan, fiziksel hareketten içsel dünyalarına zaman kalmazmış. Ama içlerinden biri onlarla ava gitmez, kendi başına gezer, doğayı incelermiş. Yaşamın anlamının yalnızca yemek içmek olmadığını keşfederken içine bakmayı da öğrenmiş, doğadaki, evrendeki uyumu ve birliği fark etmiş. Bu büyük bilgi, seziş birikimiyle kabileye döner ve avcılar gelince yemekten sonra ateşin başında ilgi çekici ezgiler mırıldanır, öyküler anlatırmış. Kabilenin en yeni sözcükleri, en hoş konuşmaları onun ağzından çıkarmış. Kabile üyeleri onu dinlerlerken birbirlerine sokulup uyuyakalırlarmış. Bir gün avcılardan biri "Hep biz avlanıyoruz, bu adam çalışmadan hazıra konuyor... O da bizimle gelsin!" demiş. Eşitlik adına söylenecek söz yokmuş, onu da ava götürmüşler ertesi sabah. Bütün gün yaban hayvanları kovalayıp durmuşlar. Akşam olunca yemekten sonra ateşin başında birbirlerine bakmaktan sıkılmışlar ve hemen ona dönmüşler. Bir de bakmışlar ki yorgunluktan uyuyup kalmış. Bir ertesi gün yine aynısı olmuş. Bunun üzerine düşünüp taşınmışlar ve bir sabah ava giderlerken onu uyandırmamışlar.
(Kaynak: Sait Faik, Düzenleme: CG)
(Kaynak: Sait Faik, Düzenleme: CG)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder