10 Kasım 2016 Perşembe

NERENDEN ÇALI(ŞI)YORSUN?

Vur, öldür, ye, iç, seviş toplumundan sev, koru, oku, üret, paylaş toplumuna dönüşmeyi başarmalıyız. Çalıştırılan çakralar seviyenizi gösterir. Kök çakra hayatta kalma, mücadele, hareket, topraklanma; ortadakiler duygusallık, sevgi, hayatı içine alma; yukarı çakralar entelektüellik, yüksek manevi bağlantılara denk geliyor. Bugünkü Türkiye medyasının "yemek, evlilik, cinayet ve futbol" ile doldurulması egemenlerin halkı alt seviyede, kök çakrada tutma çabasının belirgin bir yansımasıdır.
Yeryüzünün ayakları Afrika'ysa başı Avrupa'dır. Müzikleri, çalgıları da aynı yerlerdedir, aşağıda çalınan vurmalılar Afrika'da, keman ve flüt gibi yukarıda çalınanlar Avrupa'dadır. Anadolu, Mezopotamya, Yunanistan gibi orta kuşak da göbek ve kalp hizasında çalar. Her bölge kendi çakrasını uyarır. Batının bilim, teknoloji, sanat, felsefe üstünlüğü ortada. Onlar temel ihtiyaçlarını bir şekilde çözüp üst üretimlere geçmiş ve çağdaş uygarlığın öncüleri olmuşlar. 1923'te Anadolu'da bir önderin çıkıp Ulvi Cemal Erkin'lerin, Adnan Saygun'ların, Cahit Arf'lerin, Hakkı Tonguç'ların yolunu açmasını bu açıdan yorumlarsak, siyasetin arka planında ne olması gerektiğini görürüz. Anadolu halklarının yüksek merkezlere taşınmasını amaçlamayan hiçbir eylem ilerici değildir.

5 Ağustos 2016 Cuma

LİDER ODAKLANMASI

                                    
     Herkesin ortak paydası lider düşkünlüğü oldu. Lider odaklanması ister istemez "sürü"yü devreye sokuyor. Bireyin olmadığı yerde sürü vardır ve sürü güce tapar. Eskiden askeri gücün yanı sıra keramet ve büyüye yaslanan mistik güç vardı. Bu gün de bu mitler sürüyor.
     Emperyalist egemenlerin antropolog danışmanları bu yüzden oyunu kurarken evrensel derin izleri kullanıyorlar. Gazetelerin liderlerle ilerleyen siyaset hamlelerini izlemek koyunları heyecanlandırırken bireyleri acı bir gülümsemeyle irkiltiyor. Bilimci aklı yanılmalarla ilerler, o danışmanlar da sıkça yanılıyor. Ancak deney alanı coğrafya ve toplum olunca işler karışıyor. Bilimcilik bilgelikle beslenmedikçe acıların ardı arkası kesilmiyor.
    Doğu ve Batı saflarını yavaşça netleştirirken üst akılın piyonları kendi piyonlarına öncülük ediyor. Yeni adımlar atılıyor, cesaretli eylemler görülüyor. Etkin olunuyor ama etkili olunacak mı, bilinmiyor. Eylemler yeni biçimleri doğuruyor ama sürüyü doyuruyor mu, bilinmiyor? Oysa eylemler gerçekçi temellere dayanırsa gerçekçi sonuçlar doğurur. Sürünün ihtiyacı doğru belirlenebilir mi, bilinmiyor.
    Sürünün ihtiyacı sürülükten kurtulmaktır, ama bu egemenlerin ihtiyacıyla çelişir. Sürüyü reddeden birey olma cesareti gösterenler düşman ilan edilir. Sanat ve bilim insanları zaman zaman bu cesareti göstererek evrensel hak edişe ulaşırlar ve Nobel'del daha üstün olan kalıcılık ödülünü alırlar. Egemenler onları çarpıtarak yeni sürülerin ilgisini dengelemeye çalışır. Birey doğal liderdir. Kendini yöneten kalıcı liderdir, sürüleri yalan ve korkuyla yürüten geçicidir.

    Kalıcı ve meşru liderlik daha çok hak edişlere dayanır. Gücün kaynağı ne olursa olsun hak ediş (liyakat) olmadıkça geçicilik değişmez sonuç oluyor. Kalanlara bakın onaylamadıklarınız çarpıltılmış olanlardır.

9 Temmuz 2016 Cumartesi

İÇİMİZDEKİ BOMBALAR

İnsanca tepki verme, ağlama sızlama hakkımız yok artık. Dostlar arasında ya da sosyal medyalarda kınama mesajlarını küfürlere dönüştürmek de işe yaramaz. Tepkimizi dile getirmeyeceksek ne yapacağız, diyenlere yanıtım basit: kendisine dönsün. Sevgi de barışta nerede olduğumuzu görmeye çalışalım. Çalışma alanımız uzak değil, en yakınımızda işe başlamalıyız. Artık insan-ı kamil olmaya ihtiyacımız var.

O kadar yüklüyüz ki sonuçlar ortada duruyor işte. Şiddet ve terör olayları çoğalırken bir yandan da bireysel çıldırmaların akla zarar sonuçlarıyla karşı karşıyayız. O kadar parçalanmışız ki gözümüzü kan bürümüş, bir düşman olmadan var olmazmışız gibi geliyor. O kadar parçalanmışız ki bedenimiz bile bir arada duramıyor, hastalanıyor, yaralanıyor, ölüyoruz; ölmelerin de en bombalısını en parçalısını seçerekten...

Yalınlaşmaya ihtiyacımız var. Benliklerimizi, egolarımızı kurban edeceğimize kendimizi kurban ediyoruz. Birlik değil ikilik kazanıyor her zaman. Yüzlerce yıl önce Yunus ikilikten geçti, ama her birimiz ego tepecikleri olarak bütünün önünde saygıyla eğilmek ve sadece sevmek için tenezzül buyurmuyoruz. Evrendeki gücün şu anki bireysel varoluşumuz olduğunu sanıyoruz; oysa o güç bizi sonsuzca savurup duruyor.

Bütünden uzağa düştük. Acının kaynağı ayrılık. Beni senden ayıran ne varsa ayrılık. Yarattığımız bütün anlamlar ayrılık. Sadece sevdiğine ne verebilirsen çevrendekilere de ayırmadan onu ver. İşte kısaca barış bu. Kiminle düşmansak onunla barışmak zorundayız. Sınırları yıkmakla işe başlamalıyız. Dostluklar başlatıldıktan sonra sorunları dürüstlükle konuşmaya başlayabiliriz. Barış dilimizden dökülen sözcüklerle gelir, uzatılan bir elle başlar, özveri ve dürüstlükle gelişir. İnanca ve ırka dayalı siyasi kışkırtmaların arkasındaki kapitalist canavar da meydan bulamaz.

Sanata ihtiyacımız var. Sanat toplumsal kabalığımızın süpürgesi, içimizdeki bombaların emniyet kilidi. Bütün değerli yöneticiler, aydınlar, ermişler, peygamberler sanatla ilgilenmiş. Bir toplumdan inancın özünü ve bireyin kendini ifade etme biçimleri olan sporu, sanatı alırsanız yerine açıkça şiddeti çağırırsınız. İnancın özü gidince kalıplar vicdanı gölgeler ve inanç adına şiddet baş gösterir. İnanç adına kalıpların, biçimsel ritüellerin arkasında olumsuz benlikler kendilerini besler. Böyle toplumlarda sanat ve spor eleştirilir, dinsel işlerle şiddet olayları birer gösteriye dönüşür.

Bireyin ve toplumun gerçek yasaları egolarımızdan daha gerçek olduğu için sonuçlar bizi köşeye sıkıştıracaktır. Sayın çok bilmiş egolar insanın önünde eğilmedikçe acı başrolden çıkmayacaktır. Ego şeytanlarının insanın önünde secde etmesi bize bağlı. İnsan-ı kamil olmaya bunun için ihtiyacımız var.

Önümüzde duran her eylem bir seçim ve hızlı olan "beni seç" diye öne atılıyor. Hızlı olan olumsuzluk bizden sakinlik bekliyor. Ama alışkanlıklarımız sakinlikten yana değil. Sesimiz yükselirken sözcük seçimlerimiz de sertleşiveriyor. Bütün bunları onaylamayan sessiz bir "ben" var içimizde. İşte umut orada, o "ben"i seçip güçlendirmeliyiz. Önce onu hiç unutmamalıyız. Ötekiler çoklukla kazansa da kimi zaman o "ben"in küçük zaferlerinden güç almalıyız.

Günlük yaşamda sevdiklerimizi ve kendimizi kırıp geçerken toplumsal boyutta daha büyük bedeller ödüyoruz. Piri Reis'in haritasını badanacıların altından çekip son anda kurtarıyoruz. Fatih Sultan Mehmet'in çocukluk dönemi karalama defterlerini tozlu raflarda bırakıyoruz, ama padişahın yemek takımlarını özenle parlatıp ışıklı ortamlarda sergilemekten gurur duyuyoruz. Bütün bu önemsiz gibi görünen seçimler bu gün şiddet faturaları olarak ödeniyor.

Dağın başında kör bir adamın yüreğine ihtiyacımız var, Aşık Veysel'in yalınlığını üzerimize almalıyız. Kendini bilme yolculuğuna çıkan Yunus'un yüreğine eklenmeliyiz. Hacı Bektaş gibi "her ne ararsan kendinde ara" demeliyiz. İnsan insanın aynasıdır, dilimizden akan zehir bizimdir. Çok mu zor bir insandan Veysel gibi Yunus gibi olmasını istemek? Ama, aynalı odada "öteki" köpeklere havlayıp duruyoruz inatla.

Artık aranızda dilinden zehir dökecek, uzatılan ele elini götürmeyecek ve ikiyüzlü olacak var mı? Varsa ikilik de ayrılık da acı da var olacak. Oysa havlamama ve yansımaları fark etme hakkımız var.




6 Haziran 2016 Pazartesi

YOL VE YOLCU


   Yeryüzüne ikilik biçildiyse bizim yolumuz bir olana doğrudur. Düzensizliğin olumsuzluklarından beslenenler sevmez bizi. İkiliği besleyenler, birliktelikten korkanlar, bütünde bir olmaktan kaçanlar, herkesi birden sevemeyen ve önce kendilerini sevenlerdir.

   Biz şimdi dışa doğruysak yol da içte gidiyor demektir. Yola bağlantımız içe baktıkça kurulacak. İçe baktıkça varlığımıza, özümüze yöneliriz. Öz uyum ve birlikle çalışır. Dışa baktıkça özden uzaklaşırız. Dış egoyu çalıştırır. Ego her şeyi ayırır. Yol ayrılığı kaldırmaz.

   İçe baktıkça yolun da yolcunun da aynı olduğunu anlarız. Yüksek hızda ayrımlar biter. İsimler değişir, ama yol sürer, hareket esas olur. Hedef bir güldür, ama kokusuyla ilerlemek doyurur bizleri. 

1 Mayıs 2016 Pazar

Biliyorum Oradasın

Biliyorum oradasın, belki şimdi bu dizeleri okuyorsun. Belki fırtınalı bir denizde belki uçurumlu bir karadasın. Seviyorsun sisi gönlünü içine atıyorsun dumanın, seviyorsun soğuğu cıvımıyor duyguların. Ne yaparsan yap kendini mutlu edemiyorsun. Biliyorum şimdi çok uzaklarda henüz kapanmamış bir yaradasın. Biliyorum kârdan vazgeçtin zarardasın. Dermanın derdinde olduğunu da söylüyorsun. Pervane gibi ateşe dönüyorsun. Hayır, sen yaşamıyor yeni bir hayata ölüyorsun.


Eğilip yüreğine almak istiyorum yorgunluğunu. Yakışmıyor sana sessizlik. Tedirgin bir yelkenliyim, yarıyorum yavaşça gözlerindeki denizin fırtına öncesi durgunluğunu. Çoktan bağışladım seni, akıttım pislikleri, bitmiş güvertemdeki temizlik. Eğilip yanağına öpmek istiyorum gülçukurlarını. Her nazına razıyım, kaşlarını da çatabilirsin. Yakışmıyor sana dikensizlik. Ürkek bir arıyım, aralıyorum kraliçemin taçyapraklarını. Eğilip rüyalarına dalmak istiyorum. Yakışmıyor sana bensizlik. Beyaz atlı bir prensim, çalıyorum çikolatadan kapılarını.


Tek tek taneler, ak taneler düşüyor. Penceremin önü, tam karşısındaki ağaçlar ak. Bahçe, korkuluklar onlar da… Sokak lambaları yanıyor ısınmak için, çöp kutusu üşüyor. Mekan ak, zaman ak, saçlarım da… Ama en önemlisi kanım kıpkırmızı, geçit vermiyor rüzgarlara, savurup atıyor karları…  

CG

24 Mart 2016 Perşembe

İNCE ENERJİLER


Termodinamikten kaos teorisine kadar fizik konularının temelinde iki kavram vardır: düzen ve düzensizlik. Benzer durum biyoloji, kimya için de geçerlidir, hatta sosyal bilimler için de düzen ve düzensizlik kavramlarından söz edebiliriz. Değerler farklılıkları sistemleri harekete geçirir. Bu dualiteden başka bir kitap da söz eder.
Bedri Ruhselman’ın derlediği “İlâhi Nizam ve Kâinat” kitabında insanın üç boyutlu kaba âleminin ötesinde ince âlemlerin olduğu, buraya “ünite” denen üst bir aşamadan tesirlerin yağdığı ve kâinat dışı hakikatlerin maddeye yansıdığı anlatılır. Âlemler renkli ışık konileri gibi üst üste, iç içedir. Tesirler karmaşık bir ağ biçiminde kâinatı sarar. Yine kitap der ki: insanlığın duygu diye adlandırdıkları da maddedir. Şu an ancak duygular diye algıladığımız bu ince enerjiler her katı bedende değer farklanmaları yaratarak insanları gelişim yönünde ilerletir.
Tesirlerden biri olan sezgi entelektüel merkeze iner, düşünceden ayrı bir bilme biçimidir.  Maddenin incelmiş hallerini sezgilerle çağırırız. Ama çoğunlukla beş duyuyla beden dikkatindeyiz. Gurdgieff buna uykuda olmak, der. Genelde olumsuz olan Dünyasal tesirlerin etkisinde, yatayda benliklerin elinde kaybolur gideriz.  
Her katı maddenin enerji yaydığını ve bitiminin çıplak gözle algıladığımız sınırlar olmadığını bilim söylüyor. Gerekli ilerleme olduğunda bilim de düşüncelerin ve duyguların birer ince enerji olduğu ölçebilecek. Belki bilim o zaman bu ince enerji alanlarının bir tür zekâya sahip olduğunu söyleyecek.  Aslında o ince enerjileri farkında olmadığımız teknolojilerle bin yıllarca uğraşıp duruyoruz. Uyku, yanılsama bitince o ince enerjileri büyük topluluklar olarak kaba enerjiler gibi ustaca yönetip dönüştüreceğiz.
İnsanın sonsuzluğu, aydınlık derinliği, teknolojiyi beklemeden çok önceleri kimi birey ve kimi topluluklarda o ince enerjiler alanında birçok deneyime ve başarılı işe imza atmasını bilmiştir. Bilim kendini doğrudan sezgi ve esin alanlarından ayırıp kendi kalıplarını ve yargılarını yaratırken eski uygarlıkların yetiştirdiği bilgeler bilim insanlarınca binlerce yıl sonra ulaşılacak bilgileri söylemişler, o ince enerjileri yönetegelmişlerdir.
İnce enerjileri yönetmek;
·         Bedeni maddi ve manevi yönlerden temizlemek
·         Bedende, duygu ve düşüncelerde dengeye ulaşmak
·         Kendisi için gerekli ve doğru bilgilere ulaşmak
·         Kendini tanımak, kendinin efendisi olmak
·         İçsel benliğimizle, ruhumuzla bağımızı güçlendirmek
·         Var oluş aşamalarında ilerlemek, tekâmül etmek
·         Tanrısal olanın ayrıntılarına ulaşmak demektir.


8 Mart 2016 Salı

Bu Büyük Özlem

İnsanın tek silahı
Acıyı dönüştüren aşkıymış
Uzakları yakın edermiş sevgi
Ah şimdi nerdesin
Böyle bize kim kıymış

Yanındayım kim ne derse desin
Mesafeler üst üste bitmiyor
Ayrılık sen nasıl perdesin
Sevdiğim gözümden gitmiyor

Sözcüklerin yazımına bak
Yan yana ayrı yazılıyorken
Neden apayrı bitişik
Bir çelişki yok bunda
Yazılışlarındaki mesaja bak
Yan yana ama kendin olarak
Apayrı ama hep yakınında

Gökyüzüne bak gülümse
Yüce dağlar devrilir
Ayrılığın bu büyük özlemse

Kavuşman nasıl kim bilir

İNSANIN HARCI

Uzun yolu seçmek zorunda değiliz: dur, gözle, fark et, yüzleş ve dönüştür. İnsan durup kendini gözlemleyince yanlış yanlarını görür ve onlar...