3 Kasım 2014 Pazartesi

SEVGİ NE OLA?



Bir atom altı parçacığın yörüngesindeyken birden bire başka bir parçacığa çekilmesinin nedenini düşündünüz mü hiç? Bir mikroskopla tek hücrelinin ikiye bölünmesini izlediniz, derin sularda yumurtalarını bekleyen balığın kalp çırpıntısını duyumsadınız mı? Ya da bir erkek güvercinin dişi bir güvercine dokunuşunu gördünüz mü? Bir belgesel filmde ölmek için giden bir fili takip edip o yerdeki kemikleri fark ettiniz mi? Bir insanın inzivada neler düşündüğünü deneyimlediniz ya da çilehanenin dar ve alçak kapısının ne anlama geldiğini araştırdınız mı? Bu saydığım örnekler sizi bir yerlere çektiyse siz de sevgi yolundasınız demektir.

Ermişlerin vazgeçmişlikleri insanı her zaman etkilemiş, onların piştikten sonra yola koyuluşları, şiir söylemeleri birçoğunun kaderini değiştirmiş. Koskoca Aşık Paşa, 14. Yüzyılda, Yunus’u keşfedip sarayı, malı mülkü bırakıp düşmüş yollara. Farsçayı, aruzu bırakmış Yunus’ça söylemeye başlamış. On binlerce talip dergaha girmiş, çileye durmuş. Pirin ellerinden bade içmiş, yüce bir deryaya girip balık gibi yüzmüş.
Yalnızlık sevgisi anlamlı bir anı olsa gerek, o gizemli tadı bilen için. O kendi kendinin evreni olmak algısı, insanın yüksek duyguları içinde özel bir durum. Ayrıksı, enginliklerde ve kendisine yaban olan ne varsa bırakmış olarak.
Kendimle kaldığım zaman, örneğin bir yazıya başladığımda, ilk önce ellerimi görüyor, onlarla baş başa kalıyorum. Kimi zaman ne bunlar, diye şaşarak izliyorum ellerimi. Başka birine aitmiş gibi ya da bir masa, bir bardak, bir kalemmiş gibi izliyorum ödünç ellerimi. Hiç düşünmüyorum bile “ben nerdeyim”i.
Bedenimi anımsıyorum sonra, ayaklarımı, gövdemi ve kafatasımı. Ben bunlar da değilim ve geçiyorum karşıma, izliyorum karşımdakini. Ne güzel bir derleme, diyorum kendi kendime. Bu dünyanın maddesinden yapılmış muhteşem, ama bir o kadar da yorgun bir makine. Özel bir elbise duruyor karşımda, sıyrılıp çıkmışım içinden. Çıkan ne? Çıkan bilincim? Bilinç ne? O da bedenim gibi bir madde. İdrak denen bir enerjiyle sıkıştırılmış bir bilgi demeti taşıyan özel bir alan. Daha ölçülemeyen, ayrıntıları bilinmeyen bir varlık ya da Horasan Erenlerinin dediği gibi: can.
Elbet bilim alanını genişlettikçe ölçülemeyen enerjiler de ölçülebilecek, “yok”ta bekleyen bilgiler “var”da olacak. Din özüne döndüğünde, belki sevgiyi öğrendiğinde, durağan madde karakterini bırakıp devingen ruh karakterini kazanacak ve yol görünür olacak.
Gün gelecek her insan kendi planında maddeyle olan sınavını bitirecek, bıkacak bu oynaşmadan. Yunus gibi haykıracak: “Var biraz da sen oyalan”. İşte o zaman bilinecek Yunus’un yandığı, piştiği, o insanı diyar diyar dolaştıran, ermişçe konuşturan sevgi.
“Çalap’ın* katında sevginin bin türlüsü var” diyen ey Koca Yunus! Sevgi ne ola? Elbette Yunus’un gittiği yer belli, merdiveni sevgi. Sevgi de madde, öfkeden daha ince, öfkeden ötede. Sevgi beden kabuğunda bir inci… Öfke, nefret yanan bir taş. Sevgi su onun yanında, sevgi su gibi çözücü, silici…    
Yunus’ta sevgi, cenneti bile bırakma. Sevgi denen madde, bıraktıkça çekilebilme. Sevgi denen madde, azaldıkça bütünlenen bir varlığı tamamlama.
(* Çalap: Yaradan, Tanrı)  

İNSANIN HARCI

Uzun yolu seçmek zorunda değiliz: dur, gözle, fark et, yüzleş ve dönüştür. İnsan durup kendini gözlemleyince yanlış yanlarını görür ve onlar...